Geçtiğimiz ay iki defa Brüksel'e gitme fırsatım oldu. İlkinde bol bol gezdim, her anı fotoğrafladım. Fotoğraf makinesi taşımak zor geldiği için elimde ipad'le tam Japon turistler gibiydim :))
Fotoğraflar genelde Brüksel'e ilk ziyaretimden. Gittiğim gün açık ve kısmen güneşli bir hava olmasına rağmen o kadar soğuktu ki gülsem dişlerim sızlıyordu soğuktan :D
Şanslıyım ki Pazar günü Brüksel'deyiz. Sokaklarda delicesine bir kalabalık yok, miss. Kilisede ise Pazar ayini mevcut. Dışardaki şebermelerimiz bitince kiliseye girip ayini dinliyoruz, kilisenin muhteşem mimarisini izliyoruz.
Agora meydanı. Etrafta bolca otel ve cafe mevcut. El sanatları ürünlerinin satıldığı ufak bir panayır kurulu ayrıca. Ama tezgahları şöyle bir incelediğimde ürünlerin çok basit olduğunu görüyorum, bizim pazarlarda 1 TL'ye beğenip almadığımız boncuk bileklikler orada 10 Euro ;))
Brüksel'de neredeyse her çikolata dükkanının önünde dakikalarca kalabilir, hepsinden alışveriş yapabilirdim. Neyse ki girdiğimiz dükkanlar çikolatalarından ikram ediyorlar da hepsinden almak zorunda kalmıyorum :))
Bu güzel çikolata dükkanlarını zor da olsa geride bırakıp Grand Place'e varıyoruz. Gerçekten oldukça ihtişamlı binalar ve büyük bir meydan. Kadraja bile sığdıramıyoruz ;))
Brüksel'de sanırım en çok vitrinleri çekmişim. Fazlası da var tabi ama en güzellerini paylaşıyorum sizlerle.
Şirinler'in doğduğu yer Brüksel olduğu için birçok yerde onları görmeniz mümkün. Hatta şehirde bir de karikatür müzesi var, bir dahaki gidişime onu da gezmek istiyorum.
Brüksel'de meşhur olan şeylerden biri de dantel. Ancak kusura bakmasınlar ama bizim dantellerimizle de boy ölçüşemezler. Biz sadece Avrupalı gibi kıymet bilmeyi ve elimizdekini iyi pazarlamayı bilmiyoruz.
Veee sonunda şehrin simgesi haline gelen Manneken Piss yani İşeyen Çocuk heykeliyle karşılaşıyoruz.
Heykelin yapımı hakkında birçok efsane mevcut. Bana en mantıklı gelenini sizlerle de paylaşayım.
"Adamın biri, bir gün çocuğunu kaybeder. Günlerce arar arar bulamaz. Artık tam da çocuğundan ümidi kesmişken tam bu noktada çocuğunu işerken bulur. Bunun üzerine sevincinden çocuğunu bulduğu noktaya bir çeşme ve üzerine de çocuğunun heykelini yaptırmaya karar verir."
Bu işeyen çocuk heykeli öyle güçlü bir pazarlama simgesi halini almış ki sormayın. Her yerde, her formda işeyen çocuk. Çikolatasından tutun da kolye ucuna kadar...
Brüksel deyince en can alıcı noktalardan biridir waffle. Sokaklardaki buram buram kokusu hala burnumda :)
Ancak waffle'ı biri katı, diğeri cıvık olmak üzere iki farklı hamurdan yapıyorlar. Ben cıvık hamurdan yapılanı daha çok sevdim. Çıtır çıtır ve çok hafif oluyor. Ayrıca ben aşağıda gördüğünüz gibi kremşanti canavarına dönüşmüş bir waffle'ı da asla yiyemem. Çilek, çikolata sos ve dondurma benim için muhteşem üçlü ;)
Brüksel'de duyduğuma göre 2004 çeşit bira varmış. Biz 2000'i bir kenara bırakıp, muhteşem dörtlüyle takıldık :))
Ve son olarak patates kızartması. Brüksel'de patates kızartması bizim bildiğimizden biraz farklı yapılıyor, patatesler iki kez kızartılıyormuş. Ve çeşit çeşit soslara bana bana yemesi mutluluk verici. Külahları da bol kepçe. Benim bir külahı bitirmem asla mümkün değil :))
Ve sizlere Brüksel'den kucak dolusu sevgi, aşk, para, mutluluk getirdim desem yemezsiniz sanırım.
O nedenle benim yaptığım gibi herkes gönlünden geçeni evrenden bol bol istesin. İsteklerini oldurmak için de ne gerekiyorsa onun peşine düşsün ;))
Sağlıkla kalın...