Bu yıl yeni işim dolayısıyla benim henüz izin hakkım yok. Ben de boşlarımı üst üste denk getirip her fırsatı değerlendiriyorum haliyle. Temmuz ayında da 4 günlük boşu bulunca Çeşme'mi Ayvalık mı derken kendimizi vurduk yollara. Doğrusu ben tam Çeşme insanıyım ama Cunda'yı da çok merak ediyorduk, hadi atlayıp gidelim dedik. Ayvalık'a İstanbul'dan gidiş için birkaç seçenek var aslında. Biz internet araştırmlarımız sonucunda Çanakkale üzerinden gitmeye karar verdik, çok da memnun kaldık.
Eceabat'tan feribotla Çanakkale'ye geçtik, sadece 15 dk. sürüyor.
Oksijen Cumhuriyeti Kaz Dağları'nda manzara mükemmel, ama bir kamyonun, tırın arkasına takıldınız mı eyvah eyvah! 20 km hızla tın tın giderken yeterrrr diye bağırası geliyor insanın :))
Biz otelimizi Ayvalık merkezde seçtik (sonraki postlarda bahsedeceğim), genelde akşamları Cunda'da takıldık.
Canım arkadaşım
Kelebeğin Rüyası sayesinde ilk akşam midelerimiz bayram etti. Arkadaşımın önerisiyle gittiğimiz Papalina adlı balık restaurantında mezelerle sarhoş oldum diyebilirim, tabiiki Ayvalık'ta meşhur olan papalina balığını tatmadan da edemezdik. Yalnız ne yazık ki mezelerin, ara sıcakların fotoğrafları yok, o güzellikleri görünce kendimden geçip fotoğraf çekmeyi falan es geçmişim.
Cunda'da meşhur olan şeylerden biri de lokma. Ben de lokmayı aslında çok severim ama burada yediğim bana İzmir'dekilerin tadını veremedi, üzgünüm. Aşağıda nam-ı diğer Lokma İmparatoru Lokmacı Saki'nin fotoğrafını görüyorsunuz. Değişik bir pazarlama stratejileri var, önde gördüğünüz turuncu tshirtlü kişi çığırtkanlık yapıyordu, ama öyle böyle değil. Karşıdaki Taş Kahve'de otururken karşınızdaki insanın ne dediğinden çok onun ne saçmaladığını duyuyorsunuz, sevmedim.
Ve işte meşhur Taş Kahve. Ortamı ve dokusu itibariyle çok güzel, her daim kalabalık, fıkır fıkır, fiyatlar da çok uygun. Ancak dışarda yer bulma sıkıntısı var ve karşıdaki lokmacıyı susturmaları lazım ;)
İlk gece lokma kuyruğundayız. Yemek üstüne ben hemen tatlı yiyemediğim için tabiiki eşim için alıyoruz. ;))
Lokma kuyruğu biz beklerken o kadar uzadı ki arkamızdakiler sıralarını 5 TL'ye satmaya karar verdiler :P
Otel odamızın manzarası. Deniz görmeyen taraf olmasına rağmen :)
Otelimizi ben çok sevdim, hele ki kahvaltımızı dalgalar eşliğinde Cunda manzarasıyla etmek paha biçilmezdi. Ehh bu sayede de bizim kahvaltılar uzadıkça uzuyor, denize öğleden önce gidemiyorduk :)
Bu tatilde mottomuz rahatlıktı. Doğal olarak bu kıyafetlere de yansıdı...
Dönüş yolunda gündüz gözüyle bir Cunda turu yapıp öyle ayrıldık bu güzel yerden. Arabayla Patriça bölgesine de gittik, Bıyıklı Beach'i geçip eski evlerin, bağ bahçenin arasında gezindik. Ancak tarihi manastırı göremedik, tadilat varmış.
Bu sefer dönüşte Çanakkale'den Eceabat'a geçmek için feribota bindiğimizde bu önümüzdeki araç ve içindeki ilginç insanlarla karşılaştık. Eski bir okul servisini karavana dönüştürerek yollarda yaşayan bir çift vardı aracın içinde. Kadın muhtemelen çingene, adamsa beline kadar rastalı saçları olan ilginç bir tipti. Keşke fotoğraflarını çekip sizlere de gösterebilseydim.
Şimdilik genel tatil postu burada bitiyor ancak Ayvalık'la ilgili birkaç post daha gireceğim; anlatmak, göstermek istediklerim var sizlere.
Not: Ne zamandır gezdiğim yerlerde fotoğraf makinesi kullanmıyorum. Ipad'le hem fotoğraf çekip hem diğer işlerimi hallediyorum. Fotoğrafların boyutu bu yüzden küçük oluyor, büyütürsem kalite düşüyor. Maruz göreceğinize inanıyorum.
Sevgiler...